24.5.16

Burası sıcacık samimi bir yer

Burası sanayi ve sosyal teknolojiden uzak bir yer. Doğumundan itibaren her kişinin kendine özel bahçesi olmalı ve kendi yiyeceğini yetiştirmeli.Kişi bu bahçeye doğumunda ailesinin diktiği ağaca yaşamı boyunca bakar ve ölünce bu ağacın dibine gömülür. Her alanda 12 yaşına kadar gönüllü insanların verdiği eğitimlerden alıyorsun ve sonra yetenkli olduğun ve istediğin bir dala yöneliyorsun.  Burada gönüllük esas. İnsanlar doğuştan ve yetiştirilme tarzıyla iyi değerlere sahip bireyler oluyorlar. Aile, eş gibi sahiplik kavramları var fakat insanlar paylaşımcı, sadakatli , saygılı ve yardımsever oldukları için tartışmalar çıkmıyor. Toplumda doktor, öğretmen,temizlikçi gibi ünvanlar ve ırk, milliyet gibi kavramlar bulunmuyor. Hayatınız boyunca  bir kere  istediğiniz bir kişinin zihnini, düşüncelerini keşfetme hakkına sahipsiniz. Herhangi bir kişide açgözlülük, kötü hırs, şiddete meyillilik gibi duygular toplum tarafından görülmeye başlanan bireyler ülkede bulunan çocukların yaptırdığı doğa etkinliklerine katılıyorlar ve bu duyguları köreltiyorlar. Beton yerine ahşap tercih edilen sıcak iklimli bir yer burası. Sanat doğadan ilham alınarak özgürce yapılıyor. Bu topluluğu yöneten kişi yada belirli bir kurum yok. Her yıl cennet basamakları adı verilen bu küçük yerleşkelerden bir temsilci seçiliyor. Bu temsilci herhangi bir karar verme hakkına sahip değil sadece yerleşkenin birlikte verdiği kararı temsil eden kişi. Bu temsilciler bir araya geldiğinde bir problem varsa çözmeye çalışırlar ve gerekli işlemleri gerçekleştirirler.  
Her haftanın belirli bir günü her aile yer değiştirerek her cennet basamağında ortak alan için ayrılan alanlarda buluşurlar duvar resmi, şarkı söylemek, dans etmek, kitap okumak, herhangi bozulan bir yeri onarmak gibi çeşitli etkinlikler yaparlar ve böylece birbirini tanımayan soğuk insanlar olmaz. Bu olay buranın gelenklerindendir . 

Küçük bir portfolyo

9.Sınıf 
Kültür birikiminden yoksun kalmışlığımla ,yeni okula başlama korkusuyla ve geride bırakmaya çalıştığım sorunlarımla adımımı attım liseye. 
Gönüllü tiyatroya başladım ve birçok  aksaklık yaşamamıza rağmen halka açık ücretsiz oyun sergiledik.
Capoeiraya başladım. 
Okul korosuyla Sansev Koro Festivali'ne katıldık. 
Salt Galata'da fanzin çalışması yaptık.

10.Sınıf
Batizado'ya katıldıktan sonra capoeirayı bırakmak zorunda kaldım.
Bende çok işe yaramasada 1 ay ingilizce kursuna gittim. 
Yaz tatilinde kısa süreliğine bana göre ağır şartlarda çalıştım ve anlımın akıyla birazcık para kazandım.(Hayatın gerçekten acımasız olduğunu farkettim.)

11.Sınıf
Hayatımda yaptığım en doğru kararlardan biri olan eşit ağırlığı seçtim. 
Güzel insanlar tanıdım ve bu insanlar sayesinde fikir dünyam genişlemeye başladı. 
Okul korosuna tekrar katıldım. 
Gönüllü tiyatroya devam ettim.
Tevitöl'ün çalıştayında ki sanat atölyesine katıldık. 
İlk defa bir yarışmaya katıldım. 
Görme engelliler için kitap yazmaya çalıştık. 






14.5.16

Meydan okuyan bir şiir üzerine...

Tevfik Fikret 1902-1905 yılları arasında dönemin korkunçluklarını anlatan cesur  Tarih-i Kadim şiirini yazmıştır. Şiir, uzun yıllardır şanını savaş gücünden alan köklü medeniyete karşı savaşın en acı , en gerçek yüzünü gözler önüne sermiştir. Fikret tüm olan bitene neden olmuşçasına Tanrı'yı eleştirmiştir. " Cami velvelelerle inleyen boş kubbedir." diyerek Tanrı'yı sorgular. 

Dini ve savaşçıl ögeleri böylesine ağır eleştirmesi ve reddetmesi hem toplumu rahatsız etmiş hem de Mehmet Akif gibi dini değerlerine bağlı muhafazakar bir şair tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Tevfik Fikret'in şanlı bayrağa kanlı bayrak , Kur'an-ı Kerim'e fikir mezarlığı demesine karşılık Akif " Şimdi tanrıya söver... Sonra biraz bol para ver, hiç utanmaz protestanlara zangoçluk eder." diyerek Tevfik'in Robert Koleji'nde çalışmasına da gönderme yapmıştır. Hatta Fikret de Mehmet Akif'e karşılık " Tarih-i Kadim'e Zeyl" şiirini yazmıştır. Bu eleştiriler toplumda " ilericilik-gericilik" tartışmasını beraberinde getirmiştir. Hasan Ali Yücel  de bir yazısında Fikret hakkında
 "Fikret, bütün hayatında, tahakküme, her türlü istibdada, dinî, siyasî, dünyevî, uhrevî, esaretlere isyan etmiş bir şairimizdir. Doksan Beşe Doğru ile Tarih-i Kadim, yerdeki taçla gökteki tahtın mütecaviz tahakkümüne başkaldıran bir tuğyandır. Ona imansız diyenlerden çok daha mümin olan Fikret’i, gayz duyduğu velayetlerin yıkıldığı bir devirde hatırlamamak günah olur. " demiştir. Tevfik Fikret'in ilerlemeyi tüm tarihini yok saymakta görmesi ne kadar doğrudur orası tartışılır fakat Tarih-i Kadim istibdat dönemi gibi baskıcı, sansürü bol bir dönemde basılamasada ülkenin gidişatına karşı yankı uyandıran bir başkaldırı niteliğini  taşır.  


24.2.16

Cem Karaca~Yağma Sofrası

Cem Karaca'nın yorumuyla Han-ı Yağma

~HAN-I YAĞMA~

1908'de sözde hürriyet olan Meşrutiyet ilan edilerek millet demokrasi aşkıyla yanıp tutuştu. Halk, İttihat Terakki Cemiyeti'nin eşitlik,demokrasi, hak kavramlarını öne sürmesine güvenmişti. O zamanlar İttihat Terakki'yi destekleyenlerden biri de bu hürriyet aşkıyla dolu olan Tevfik Fikretti. Fırtına öncesi sessizlik gibi olan bu dönemlerde Tevfik Fikret "Ferda, Millet Şarkısı" gibi destekleyici şiirler yazdı. Fakat kısa zaman sonra İttihat ve Terakki yönetimi amaçlarından saptı ve dikdatörlük taslamaya başladı. Çok geçmeden devlet ve millet hainlerin, yağmacıların vurgununa uğradı. Desteklediği partinin gerçek yüzünü gören Fikret ,Abdülmecit yönetiminin aydınlara uyguladığı baskı ve sansürlere daha fazla dayanamayarak yönetimin karşıtı oldu. Bu olaylardan sonra çalıştığı Robert Koleji'ne yakın bir yerde Aşiyan adını verdiği bir ev yaptırdı ve buraya çekildi. İşte bu dönemde Tevfik Fikret söylenenlere göre Victor Hugo'nun Joyeuse Vie şiirinden esinlenerek, devletin göz göre göre yağmalanmasını eleştirmek amacıyla Han-ı Yağma şiirini yazdı. Victor Hugo'nun bu şiirinin özellikle şu dizeleri benzerlik taşımaktadır:

“Ha gayret yağmacılar, salaklar, sayın baylar; 
Hazların etrafında çöreklenin, şölen var… Koşun yeriniz hazır, 
Baylar, hayat kısadır, yiyin, için, eğlenin, Sizlersiniz sahibi bu talihsiz ülkenin  
Bu millette malınızdır.” *

Görüldüğü gibi konu itibarıyla ve söyleyiş tarzıyla şiirler benzerlik taşımakta. Bence de Tevfik Fikret  o döneme tam anlamıyla uyan bu şiirden esinlemiştir. 
Parnasizm akımından etkilenen Tevfik Fikret eserlerinde "Sanat sanat için" anlayışını savunsada Han-ı Yağma şiirinde açıkça eleştirel ve okuyucuda farkındalık yaratan bir havası olduğu için "Sanat toplum için" görüşüne de uymaktadır. Saray yağmalanırken  kayıtsız kalınmasını , yağmalayanların aç gözlülüğünü  anlatan bu şiirde parnasizmde olduğu gibi duyguların yerini açık bir şekilde düşünceler almıştır.
Halkın ümitleri , ülkenin geleceği , istikbali düşmanlar için yağma sofrası olduğu bu dönemde Tevfik Fikret yazdığı Han-ı Yağma şiiriyle cesur yüreğini satırlara açmıştır. Önceden de devlet büyüğünü eleştirdiği gerekçesiyle içeri alınmasıyla mücadeleci ruhu ortaya çıkmıştır. Fakat devlet otoritesine karşı çıkarak Aşiyan'a kapanması ise gözümde cesur bir imaj oluşturmuyor. Han-ı Yağma'da doyumsuzluktan , aç gözlülükten yakınırken kendisininde ayrı bir kesimde yaşaması akıllarda soru işareti bırakıyor.

Yıllardan beri çoğu şeyin değişmediği günümüzde bu şiirin hala güncelliğini koruduğunu görüyoruz.İşte o meşhur şiir:

Han-ı Yağma 

Bu sofracık, efendiler, ki -iltikama muntazır
Huzurunuzda titriyor- şu milletin hayatıdır;
Şu milletin ki muztarib, şu milletin ki muhtazır,
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun, hapır hapır.

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler! Pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı, kim bilir?
Şu nadi-i niam, bakın, kudumunuzla müftahir,
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hakk da elde bir!

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı zi-safa sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say:
Haseb, neseb, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar,
Gurur-ı ihtişamı var, sürür-ı intikamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar;
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar.

Yiyin efendiler, yiyin, bu han-ı can-feza sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malını
Vücüdunu, hayatını, ümidini, hayalini;
Bütün ferag-ı halini, olanca şevk-ı balini
Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helalini.

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın gider ayak:
Yarın bakarsınız söner, bugün çıtırdayan ocak;
Bugünkü miğdeler kavi bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı pür-neva sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!…

Tevfik Fikret

*(Cemil Meriç - Victor Hugo Joyeuse Vie şiiri çevirisi)



23.2.16

AĞLARA TAKILAN HAYALLER



Yıllarını masa başında daktilo sesleri arasında ki yorucu işine harcayan emekli Mehmet Amcanın fedakar ,can yoldaşı karısı dışında ne bir torunu, ne de bir evladı vardı. İstemişti, hemde çok istemişti ama kader işte olmamıştı. Üzüntüsünü gideren , sessiz yaşamını renklendiren bir hayali vardı Mehmet Amcanın. Sabahın buğulu havasında türküler söyleyerek ısındığı , elleri soğuktan çatlasada balık ağlarını düğümlediği günlerin gelmesini istiyordu yani küçük bir balıkçı takasıydı hayali.  Ara sokaktaki , tek katlı , ahşap evinin üç beş sokak aşağısında olan sahilin en ucundaki balıkçılar köyüne gidip bu isteğinin gerçekleştiği hayali kuruyordu. Emekli maaşının geçinme telaşından arda kalanını biriktiriyordu yıllardan beri. Her sabah olduğu gibi bir kış sabahı sahile inmeden biriktirdiği parasını sayıyordu ki o günün geldiğini anladı. Hayat arkadaşına bu sevinçli haberi verdi ve hayallerini gerçekleştirecek takayı sonunda aldı. Her şeyi hazırladı ve yarın sabah balığa çıkmak üzere minik takasını sahile bağladı. Gece heyecandan doğru düzgün uyuyamasa da gözlerini açtı umut dolu sabaha. Giyindi, karısının elleriyle hazırladığı yolluğunu aldı ve balıkçılar köyüne doğru yürümeye başladı . Hava çok rüzgarlıydı. Sahile vardığında gördüğü manzarayla dünya başına yıkılmıştı. Hırçın dalgalardan başka bir şey göremiyordu takasının bağlı olduğu yerde. Islak zemine dizlerini koydu ve uzun uzun kükreyen denizi izledi. 


O günden sonra her sabah erkenden uyanır, yağmurluğunu ve sarı çizmesini giyerek sahilin bir ucundaki balıkçılar köyüne gider, balıkçılarla türküler söyleyerek balığa çıkmaya hazırlanırdı.  Vakit geldiğinde, motorlar çalıştığında bizim Mehmet Amca oltasıyla kovasını eline alır balıkçılara el sallardı. Oltasını denize atar , hava kararana dek gemilerin dönmesini beklerdi.

PERİ MASALI

Bir kış gecesi masalına açılan kapıdan  
Yumuşacık kanatlarıyla uçuşan  
Minik periler gibi gelir 
Kar 
Yeryüzüne indiğinde
Birleşir minik kanatlar 
Üşümesin kimsecikler diye 
Pamuktan bir örtü serer yeryüzüne 
Kimilerinin yüreğini ısıtır 
Kimilerinin gecesini aydınlatır bu örtü
İşte kar 
En güzel gece yağar